GDO (Genetiği Değiştirilmiş Organizma) Nedir?
Son zamanlarda en çok konuşulan beslenme sorunlarından biri de GDO besin tanımlamasıyla gündeme gelen Genetiği Değiştirilmiş Organizma'lardır. GDO besin olarak bilinen bu yiyecekler ve maddeler Genetik Mühendisliği teknolojisi kullanılarak bir canlının genetik yapısının değiştirilmesiyle elde edilmektedir.
Laboratuvar ortamında canlının gen yapısı değiştirilerek yeni özelliklerin aktarıldığı bir canlı oluşturulmaktadır. Eğer bu gen başka bir canlıya aitse oluşan yeni türe Transgenik Organizma adı verilir (örneğin bir böceğin geninin bir besine aktarılması). Bu işlemler bitkilere büyüdükten sonra aşılama gibi bir teknikle değil daha üretilecek bitkinin tohum aşamasındayken yapılır. Genetiği değiştirilmiş tohumlar ekilerek yeni özelliklere sahip bir hasat elde edilir.
Peki neden bilim bu tür besinler üretmeye yöneldi? Gelişmiş ülkelerin gittikçe artan besin ihtiyacını karşılamak üzere gıda politikaları değiştirildi. Aslında sorun yetersiz besin üretiminden kaynaklanmıyordu. Gerçek sorun üretilen besinin dengesiz dağılımı ile ilgiliydi. Gelişmiş ülkeler kendi faydalarını koruyabilmek için tedbir gerektiren yasal uygulamalara geçmek yerine, üretimi ve geliri arttıran ancak potansiyel zararları çok fazla olan bu tür bilimsel çözümler üretmeyi tercih ettiler.
GDO uygulaması sayesinde üretici firmalar pekçok avantaja sahiptir. Üretilen bitkilerin yeni gen özellikleri sayesinde:
- Dayanıklılık özelliği fazla olan bitkiler daha az gübre ve tarım ilacına ihtiyaç duyar
- Daha kaliteli özelliklere sahip tür sayesinde daha fazla verim alınıp hasat miktarı artar
- Böcek türlerine karşı dirençli bitkiler oluşturularak daha az böcek ilacı kullanılır
- Hastalıklara dirençli bitkiler üretilir
- Yetiştirilecek bölgenin zor koşullarına (soğuğa, sıcağa vb.) dayanıklı bitki elde edilir (Örneğin soğuğa direnci arttıran gen eklenerek soğuk iklimli yerlerde dayanıklı meyveler üretilmiştir-Çilek)
- Besin değeri arttırılarak toplumun eksik olan besin öğesi ihtiyacı karşılanır (Örneğin A vitamini eksiliği olan toplumlarda pirince A vitamini yönünden baskın bir gen aktarımı ile bu eksiklik giderilmek istenmiştir-Altın pirinç)
Tüm bunlar ilk anda faydalı uygulamalar gibi görünürken aslında sadece üreticinin avantajlarını arttırmış ve yüksek gelir sayesinde ekonomik döngüleri de değiştirmiştir. En önemlisi ekolojik dengenin bozulması ile gelecek nesillerin sağlığı tehdit altına girmiştir.
GDO bilimsel çalışmaları uzun yıllar sürmüş ve sonunda ilk uygulama 1995 yılında Amerika Birleşik Devletler'nde mısır ekilerek başlatılmıştır. Ülkemizdeki ilk GDO uygulamasına ise 1998 yılında pamuk, mısır ve patates ekimi ile geçilmiştir. ABD'den sonra en çok GDO üreten ülkeler Arjantin, Brezilya, Hindistan ve Çin'dir. En çok üretilen besinler ise mısır, patates, domates, pirinç, soya, kanola, buğday, ayçiçeği, yer fıstığı, bazı balık türleri, meyveler, çay ve besin yan ürünleridir.
Ülkemize ithal edilen GDO besinlerden 25 tür besin ve besin yan ürününün girişi serbesttir. Bunlar mısır, soya, pamuk, kanola, şeker pancarı, patates, domates ve yan ürünleri, bakteri ve maya gibi ürünlerdir. Gıda endüstrisinde bu maddelerin çoğu pek çok besinin içinde yer almaktadır. Son 15 yıldır kontrolsüzce tüketilen bu yiyeceklerin potansiyel zararları yavaş yavaş ortaya çıkmaktadır.
Amerika'da yapılan üretimlerde GDO besin ekilen tarla ile diğer tarlalar arasına en az 50 m ara boşluk bırakılarak önlem alınmaya çalışılmaktadır. Ancak yapılan araştırmalar göstermiştir ki tozlaşma, polen, kuşlar ve böcekler sayesinde GDO besinin özellikleri 4,5 km kadar taşınabilmektedir. Hatta bazı araştırmalar 10 km'lik bir alana yayılabildiğinine bile dikkat çekmiştir. GDO besin kendisiyle aynı tür canlının genetiğini bozarsa buna yatay gen kaçışı denir. Eğer GDO besin bitkiden hayvana ve hatta insana kadar genetik özelliğini aktarabilirse ve onların genlerini bozarsa bu da dikey gen kaçışı adını alır.
GDO besinler üzerinde sağlık yönünden araştırmalar devam etmektedir. Bulunan potansiyel zararları alerjik ve kanserojenik etkilere sahip olması, antibiyotiklere direnç oluşturması, gen transferi, diğer mikroorganizmalara zararları ve bilinmeyen zararları olarak belirtilmiştir. Genetik olarak tamamen kendi türünün dışında özellikler gösteren bir canlı hem onunla aynı ortamda yaşayan diğer canlılara (diğer bitkiler/böcekler/hayvanlar) zarar vererek ekolojik dengeyi bozmaktadır. Hem de onu besin olarak tüketen canlılara (hayvan/insan) karşı sağlık açısından tehdit oluşturmaktadır.
Tüketici olarak hangi besinlerin GDO olduğunu ayırt edemeyeceğimiz için gıda politikalarının bu yönde koruyucu tedbirler alması gerekmektedir. Ülkemize GDO besinlerin girişleri yasak değildir. Çünkü giren her maddenin analizini yapacak teknik imkanlar yoktur. Ancak 26 Eylül 2010 tarihinde GDO yönetmeliği yürürlüğe girmiştir.Bu tarihten itibaren GDO besinlerin etiketlenmesi zorunlu hale gelmiştir. Gıda maddesinin üzerinde "Genetik yapısı değiştirilmiştir veya GDO üründen elde edilmiştir" şeklinde ifadeler yer alacaktır. Bebek maması ve çocuk besini özelliği taşıyan besinlerde GDO kullanılması kesinlikle yasaklanmıştır. Etiketlemek zorunlu hale gelmiştir.
GDO besinlerin bir diğer olumsuz etkisi de üreticiyi kısır tohumlar nedeniyle tohum üreticilerine bağımlı hale getirmesidir. GDO tohumdan üretilen bir meyvenin tohumu kısır gen olması nedeniyle 2. hasatta kullanılamamaktadır. Ayrıca GDO besinin gen kaçışı sayesinde başka türlere zarar vermesi olasılığına karşı her ülkenin alınacak önlemlerle kendi gen çeşitliliğini koruması gerekmektedir.
Sonuç olarak henüz kanıtlanmamış zararlarına rağmen GDO besinlerin potansiyel zararları bilinmektedir. Tüketicilerin etiket okuma bilincini arttırarak bireysel önlemler alınabilir ancak asıl bilinci pekçok insana besin üreten ve sunan firmaların ve denetleyici kurumların göstermesi gerekmektedir.
Diyetisyen Serap Orak